Kemal Aras
KEMAL ARAS KİMDİR?
ZORLU ADAMIN ZORLU HİKÂYESİ?
Çocuk yaşlarında simit satmaya, ayakkabı boyamaya başladı. Bazen satış menüsüne kuruyemişleri de ilâve ederdi. Baskülle, Alaaddin Tepe’sinde insanları tartarak üç-beş kuruş kazanmaya çalışırdı. Simit satmada ustaydı, sabah ezânıyla kalkar, 150 simidi çabucak satıp âilesine katkı da bulunursa sevinirdi, Rabbine şükrederdi. Hasat zamanı köyü olan Akburun’da, yakıcı sıcakta nohut ve buğday tarlalarında çalıştı. Gerçi bu konu da azim timsâli olarak gördüğü kardeşi Azmi kadar becerikli değildi. İlk okulu bitirdikten sonra 1979 yılında parasız yatılı okul sınavlarına girdi. Konya’nın güzel ilçesi Ereğli’de ortaokulu okudu. Sonrasında parasız yatılı meslek lisesi sınavlarına girdi, Muğla Otelcilik ve Turizm Meslek Lisesi’ni kazandı. Bu okulu sağlık sorunları sebebiyle, 2. sınıfında bırakmak zorunda kaldı.
1984 yılında Konya Ticaret Meslek Lisesi’ne kayıt yaptırdı. Bu okulun birinci ve ikinci sınıflarını birincilikle bitirince, özel bir dershane ücretsiz üniversite hazırlık kurslarına çağırdı. Bir süre gitti, daha sonra bıraktı. Okumak, araştırmak, öğrenmek, sorgulamak temel nitelikleriydi. Hemen her cemaat ve tarikatle, ekolle, zihniyetle tanışma, konuşma fırsatı buldu... Bir araya gelen kalabalıklar onun ilgisini çekiyordu. Çünkü hakkı söyleyen insanların, doğrusu yanında pek fazla insan toplaması mümkün değildi! Öyleyse kimdi bunlar? Araştırmak gerekliydi...
Kavgacı bir ruhu yoktu. Fakat abisi İrfan, ona haksızlığa asla suskun kalmamasını öğretmişti. O da öyle yaptı, haksızlığa boyun eğmedi. Kavga ederken atılan yumrukları saymaya kalkmadı! Bu işi genelde diğer abisi Ömer yapardı. Fakat onun bütün kavgası, Allah’a karşı olanlarla idi. İslâm’a toz kondurmaya çalışanların elbiselerindeki tozu silkemelerine yardımcı olmasını, Allah’ın kendisine sunduğu ayrı bir yetenek olarak görüyordu! Allah için risk almayacaktı da kimin için alacaktı? Gerçi bu yüzden bir kaç kez okuldan atılmanın eşiğine gelse de, Allah, onu asla yardımsız ve yalnız bırakmadı!
Lise’den sonra 1987 yılında Bursa Uludağ Üniversitesi İktisâdi ve Ticari İlimler Fakültesi’nin İşletme bölümünü kazandı. Okumak, dürüstlük ve bilgi de örnek aldığı babası, ona hep Kur’ân yolunu gösterdi... O’da hep Kur’ânı bildi. Her türlü cemaatler, solcular, sağcılar, onu kendisine çekmeye çalışsa da, o hiçbirine yüz vermedi. Kaderin bir cilvesi olarak yurttan ayrıldı, bir cemaat evinde kalmaya başladı. Bu süreçte Türkiye’nin önemli âlimlerini, şeyhlerini, mollalarını, liderlerini cemaat kartvizitleri içinde tanıma imkânı oldu. Çoğu zengin, varlıklı, imkânı ve çevresi geniş insanlardı... Çok dürüst, düzgün olanları da vardı. Allah’dan bahseden insanların ne çabuk servet edindiklerini hayretle gözledi. Bugün “Allah!” diyen, yarın hayâlinde bile göremiyeceği işlere, olanaklara kavuşuyordu.. Özellikle imam-hatip okulları ve ilâhiyât okuyanlarca rağbet görüyordu.
“Allah Rızası” için namaza duran, niyetlenen, yetmediği için “niyet ettim niyetlendim!” diye tekrar niyet eden bu insanların gözleri, ay sonları bankamatikten maaşlarını çekerken ayrı bir ışıltıya bürünüyordu! Kârlı bir iş olsa gerekti ki, hem çeşidi hem de sayıları sürekli artıyordu. İtibârları, isimleri, konumları, ilimleri çokça yâd edilen bu insanlar, hayranlarınca çok değerliydi. Benim içinse değerli olan, ancak Allah idi. Devâsâ servetleri ise önemsizdi! Sergiledikleri haksızlıklar ise makûldü, eleştirmek kimin haddineydi...
1991 yılında Fakülte’den mezun oldu, bir yıl süreyle Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Pedagojik Formasyon dersleri aldı. Araştırma görevlisi olmayı çok arzuluyordu. On üç kez hak ettiği çeşitli sınavların hep mülâkâtlarında elendi. Beş kişinin alınacağı ve yalnız kendisinin başarılı olduğu sınavlarda bile, hakkı verilmedi. Çünkü ne solcuydu ne sağcı, ne dinciydi ne de ateistti, ne şakşakcıydı ne de ekşi. O sadece tek ve bir Allah’a imân etmiş bir müslümandı!
Zaman ona çoklarıyla İslâm perdesi içinde her türlü haksızlığı kolayca ve “Allah, Allah!” nidâlarıyla yapabilenlerin ruhlarını, gerçek kimliklerini deşifre etti. Çünkü hepsinin haksızlıklarına, adâletsizliklerine şahit oldu, bizzat marûz kaldı. Ona göre âdil olmayan, hak edene hakkını veremiyen bir insanın müslüman olması da mümkün değildi. Mahlâs kullanarak ve kendi ismiyle Konya’da yerel bir gazetede günlük makâleler yazdı. Mevlânâ Müzesi’ni ziyarete gelen Alman turistleri, müzenin yanındaki camiye dâvet eder, İslâm’ı anlatmaya çalışırdı.
1996 yılında “Kader ve Cüz’i irade” üzerine hacimli bir eseri kâleme aldı, son anda “daha zamanı var!” diye düşündü ve telif etmekten vaz geçti. Çalışma hayatında yılmadı, özel sektörde iş hayatına atıldı. Almanca tercümanlık yaptı, İktisât, işletme, siyaset üzerine Almanca kitaplarını okudu. Özel bir kursta uzun bir süre, akşamları ve haftasonları Açık Öğretim Fakültesi öğrencilerine muhasebe, işletme ve iktisât alanlarında dersler verdi.1998 yılında Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ruhsatını aldı. Süreçte İslâmî holdingleri tanıdı, onlarında çoğunun diğerlerinden farkı olmadığını gördü!
Ağlayıcı bir sınıf türüyordu, sistemlerini “ağla, kazan!” şeklinde özetlemek mümkündü. Gerçekten çok kolayca ve etkileyici nitelikte ağlama yeteneğine hâiz bu mollalar, çoğu holdinglerin ve müslümanların dünyasında çok değerliydi. Hatta komisyon usülü ağlama da çok namlı bir sakallı, Almanya’da bir cami de, ağlamasını epeyce bir mark, dolar toplayarak bitirince, başka bir holding atak davranmış ve onu transfer etmişti. Lüks villa, son model mercedes, sayısız imkânlar, artan komisyonlar, Allah rızası için efendi hocaya bağışlanmıştı. Diğer holding ise, yapılıp edilenler hep Allah rızası için olduğundan sesini bile çıkaramamıştı! Sömürgecilerle dinciler arasında müthiş bir anlaşma vardı sanki... Güyâ Dincilere diyorlardı ki; “sizin başınız sıkışır, yediğiniz haltlar ortaya çıkacak olursa, biz size “başörtüsü” ismini verdiğimiz bir cân simidi uzatalım. Müslümanların topraklarını, kadınlarını, varlıklarını, kültürünü, dinini, neslini, ekinini tâciz edip, param parça ederken bizim başımız sıkışırsa, siz de sesinizi çıkarmayın, sakın Allah’dan, namustan, İslâm’dan, Hak’dan ve hukuktan söz etmeyin! Sonra size başörtüsünü verince kuyruğuna basılmış kediler gibi miyavlarsanız, arınırsınız nasılsa! Namusun elden gittiğini haykırın, milyonlarca ırzı çiğnenmiş müslüman kadınları, mazlumları görüp biliyorken, sakın utanmayın, bağırın, Allah için haykırın!” “Baş örtüsüüüü!” diye avazınız çıktığı, nefesiniz yettiği kadar çığlıklar atın! “Siz içtenlikle bizim olun, biz de içtenlikle sizin olalım!”
Anlaşma putlar arasında câzipti! Âcilen yeni ağlayıcılar bulup yetiştirmek gerekti, üstelik bu çok önemliydi, zira güdülecek koyun sürüsü gün geçtikçe çığ gibi büyüyor, artıyor, sütleri, peynirleri bereketleniyor, hangarlara sığmıyordu. Netice de İblis onlara güzel öğütler vermiş olsa ki, yeni ağlayıcılar çok geçmeden yerini aldı!
Yazar hem orijinal hem modern, hem çağdaş hem müslim görünümlü zihniyetin, cübbeleriyle göbekleri arasındaki ilgiyi teorik olarak ispatlayabilmek için, Kuantum fiziğiyle ilgili olmayı bıraktıysa da muvaffak olamadı, fizik kuramlarına geri döndü, finansman ve muhasebe kurallarıyla çözebilmek mümkün değil gibiydi. Hem heybeleri, hem semerleri çok ve çeşitli, rengarenk, alımlı, gösterişli, kibirliydi... Semerlerine asılı heybelerinde gizledikleri külçe külçe altınların görülmemesi için, titiz, tepkili ve etkiliydiler.